Büyük Taarruz’un 94.Yıldönümü ve Atatürk’ün Ettiği Dua

Büyük Taarruz'un 94.Yıldönümü ve Atatürk'ün Ettiği Dua

Atatürk’ün büyük taarruz öncesi ettiği dua şöyle;

Yarabbi! Sen Türk Ordusunu muzaffer et… Türklüğün ve Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme Rabbim, Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi!

Türk İstiklal Harbinin en son safhasını teşkil eden Büyük Taarruz aşaması 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesiyle başlayan ve İzmir’in işgali ile en ileri derecesine varan düşman işgalinden Türk yurdunu ve milletini kurtaran mukaddes bir süreçtir.

Atatürk Haziran 1922’de Büyük Taarruz kararını verdikten sonra Adapazarı ve İzmit yöresine 12 gün süren bir gezi yaptı. Bu gezi vesilesiyle uzun süredir ayrı kaldığı annesiyle buluştu. Ayrıca Fransız edibi Claude Farrere ile görüştü. Yöredeki Kocaeli Grubu’na ait askeri birlikleri denetledi.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Türk ordusunun ihtiyaç ve noksanlarının tamamlanmak üzere olduğu günlerde Büyük Taarruz kararını vermiş sonra Adapazarı ve İzmit yöresine yapacağı gezi için Ankara’dan hareket etmişti. Başkomutanın bu gezisinin amacı Kocaeli Grubu’nu denetlemekti. Gezi, ayrıca Mustafa Kemal Paşayla annesi Zübeyde Hanımı kavuşturmak, Anadolu’da Türklerin Hıristiyanlara zulüm yaptıkları propagandalarının yoğunlaştığı bir sırada, Türk dostu Fransız edibi Claude Farrere ile buluşmasını sağlamak gibi amaçlara da hizmet etmişti.

Göynük’ten sonra Taraklı’da bir kaç saat kalan kafile, 13 Haziran günü gece karanlığında Geyve’ye varmıştı. Halit Bey’in komuta heyetini Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya takdim etmesinden sonra, akşam yemeği hazırlanıncaya kadar önceden hazırlanmış olan büfede meşgul olunmuştu. Çadırda yenen akşam yemeği gece yarısına kadar sürmüş, başkomutan yemek süresince I. Dünya Savaşı’nda Güney Cephesi’nin durumunu, Yıldırım Orduları grubu komutanı olduğu günlere dair hatıralarını anlatmıştı. Özellikle Başkomutanlığın Alman Askeri Heyeti’ne verdiği yüksek yetki pasaportunun her yerde tereddütsüz geçerli karşılanmasına rağmen, kendisi tarafından vize edilmediğine işaret etmişti. Mustafa Kemal Paşa geceyi Geyve köprüsündeki Kocaeli Grubu Karargahı’nda geçirmişti.

Mustafa Kemal Paşa ve maiyeti 14 Haziran Çarşamba günü sabahı Geyve’den Adapazarı’na hareket etmişti.

İstanbul’dan Adapazarı’na getirilen annesi Zübeyde Hanım’la buluşmuştu. Mustafa Kemal Paşa evin civarına yaklaştığında kalabalık yüzünden otomobilden inmek zorunda kalmış, eve kadar yürüyerek gitmişti. Bu sırada evin balkonunda olan Zübeyde Hanım, oğlunun kendisine doğru güçlükle ilerlemesini seyrederken mendiliyle göz yaşlarını silmeye çalışmıştı. Mustafa Kemal Paşa 14 Haziran gününü annesiyle hasret gidererek, istirahat ederek geçirdi.

Mustafa Kemal Paşa Adapazarı’nda geçen ikinci gününde çarşı ve pazarı bir fert gibi gezmiş, muhtelif mağaza ve dükkanlara uğrayarak herkesten kendi sanatlarına dair bilgiler almıştı. Özellikle, sattıkları yabancı malların nereden geldiği, hangi fabrikanın malı olduğuna dair sorduğu sorular, esnaf tarafından tatminkar bir şekilde cevaplandırılmıştı. Başkomutanın halk arasındaki tabii davranışları, alçak gönüllü hareketleri son derece iyi etki yapmıştı.

Adapazarı’ndaki üçüncü gününde (16 Haziran) Cuma namazını Orhan Camiinde kılan Mustafa Kemal Paşa öğleden sonra Çark’ta şerefine düzenlenen müsamereye katılmıştı.

Mustafa Kemal Paşa 16 Haziran günü Adapazarı’nda bazı telgraf haberleşmelerinde de bulunmuştu.

17 Haziran günü, Anadolu’da Yenigün gazetesinin Adapazarı’na özel olarak gönderdiği muhabiri Mustafa Kemal Paşa’yla bir mülakat yapmış, kendisine günün önemli meseleleriyle ilgili sorular yöneltmişti. Anadolu’da mezalim yapıldığı, bu konuda tahkikat yapılmasıyla ilgili öneri hakkındaki görüşleri sorulduğunda; “İngilizler sûlh meselesinde notalar teatisi suretiyle maksatlarında muvaffak olamayınca faaliyei için başka bir zemin bulacaklardı. Yavel’in (Jowell) yalanları bu ihtiyaçlarını tatmin etti. Fakat, bu defa da yanlış adım attıklarını cihan çabuk anlayacaktır” cevabını vermişti.

Yunanlıların Samsun’u bombardıman etmeleri ve sonradan Yunan donanmasının telakki ettiği hareket serbestisi hakkındaki görüşleri; “Yunanlıların korsanca hareket edeceklerini evvelden dahil-i hesap etmiştik”. Batı ve doğudaki durumumuzla ilgili bir soruyu şöyle cevaplamıştı: “İngilizler muhtelif hareketleriyle milletin azmini kuvvetlendiriyorlar.

Rusya ile dostluğumuz daima kuvvetli esaslara maliktir”.

Mustafa Kemal Paşa ve maiyeti 17 Haziran cumartesi günü öğleden sonra, Adapazarı’ndan İzmit’e hareket etmişti.

Kalabalık arasında ak sakallı ihtiyarların, kadınların ağladıkları, gençlerin gözlerinin yaşardığı görülüyordu. Öğrencilerin alkışları arasında, yaşlı kadınların “Allah seni millete bağışlasın”, “Paşam sağ ol” sesleri yükseliyordu. Halkın kalbinden doğan bu tezahürat milletin Milli mücadeleye ne kadar bağlı olduğunun açık belirtileriydi. Millet bu inancını, mücadelenin önderine gösterdiği sevgi ve saygıyla göstermekteydi.

Özel tren, yol boyunca karakol selamları, tarla kenarlarında ellerini şükran ve dua vaziyetinde kaldırıp yüzüne süren kadınlar arasında yoluna devam ederek Büyük Derbent istasyonuna gelinmiş, burada da halk ve öğrenciler tarafından karşılanmıştı.

Türkler’in Anadolu’da Hıristiyanlara zulüm yaptığı iddialarının asılsızlığını Avrupa kamuoyuna, en azından Fransız halkına anlatabilecek Claude Farrere ile Atatürk görüştü.

İzmit-Adapazarı Yolculuğu Esnasında Vakit gazetesi baş yazarı Ahmet Emin Yalman, Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı söyleşinden bazı sorular:
Soru: Farrere ile olan mülakat ne gibi intibalar bırakmıştır?
Cevap: Monseigneur Claude Farrere pek hassas ve pek ali ruhuyla, beşerden pek az kimseye nasip olan evsaf-ı hususiyesiyle, nezahetin timsal-i müşahhası buldum. Kendisiyle mülakat bende hiçbir vakit unutamayacağım manevi hazlar, kıymetli hatıralar bırakmıştır. Türkiye böyle vefakar bir dosta malikiyeti ile müftehir olabilir.

Soru: Samsun bombardımanı gibi hareketlerin iki taraf için tesiri ne olabilir?
Cevap: Diğer taraf için tesirini bilmem, fakat bizim için azim ve iman-ı milliyi takviyeye, düşmanlarımızın ne kadar adi, ne kadar sefil ve ne kadar hunhar olduklarını milletimize fiilen tanıtmaya vesile teşkil ediyor.

Soru: Pontus tehcirinin saikleri neden ibarettir?
Cevap: Samsun ve havalisinde bazı anasır-ı muzırrayı mülahazat-ı askeriye icabı olarak harp mıntıkasından uzaklaştırmaya bizi mecbur eden sevaik, Yunanlıların oradaki teşebbüsleridir. Sevahili bombardıman etmek suretiyle yapmaya çalıştığı teşvikat dahi bu sevaiktendir. Bu baptaki mesuliyet Yunanlılara aittir.

Soru: Ordumuz ne haldedir? Münasip görüldüğü ve icap ettiği saniyede her türlü harekatı muvaffakiyetle icraya kadir addolunabilir mi? Muhtelif teftişler arasında görülen fark ve ordunun kuvve-i maneviyesi Zat-ı Devletleri üzerinde ne tesir bırakmıştır?
Cevap: Ordumuz, İstiklal mücahedesi yapan kahraman ve azimkar milletimizin amal-i meşruasını emniyetle istihsale kadir bir haldedir. Ordumuz, her türlü vezaif-i taarruziyeyi muvaffakiyetle ifaya hazır ve amadedir. Her teftişte gördüğüm müspet fark ve bilhassa orduda mevcut pek yüksek kuvve-i maneviyse, salabet, azim ve iman, şevk ve şetaret çok defalar gözlerimi meserret yaşlarıyla dolduracak derecede tesir bırakmaktadır.

Soru: Son Amerika notasında bizim eskiden beri müesses haklara riayet etmediğimiz, Amerika müesseselerinin faaliyetine imkan bırakmadığımız ve hukuk-ı tasarrufîyyeyi ihlal ettiğimiz hakkında bir itham vardır. Amerikalılar ve Amerika müesseselerine karşı Büyük Millet Meclisi Hükümeti şimdiye kadar nasıl hareket etmiştir?
Cevap: TBMM hükümetinin Amerika hakkındaki nokta-i nazarı müspettir. Hükümetimiz Harb-ı Umumi esnasında Babıali’nin kat etmiş olduğu münasebat-ı dostaneyi iade ve ihyaya teşebbüsten hali kalmamıştır. Bu teşebbüse kendi taraflarından maddi bir mukabele görülmemiş olmakla beraber, memleketimizdeki Amerika müessesatı, Amerika heyetleri, bir çok Amerikalılar tamamen bir dost memlekette olduğu gibi muhafaza edilmekte ve hürmet görmektedirler. El’an memleketimizin her köşe bucağında Amerikalılar ikamet etmekte, istedikleri gibi, istedikleri yerlerde keşt-i güzar eylemektedirler.

Soru: Şark komşularımızla münasebatımız nasıldır? Rusya ile aramıza bürudet girdiği rivayeti doğru mudur? Rus-Alman itilafına iştirak ettiğimiz hakkındaki rivayetler doğru mudur?
Cevap: Şark dostlarımızla münasebatımız müstenit bulunduğu ciddi samimiyet dairesinde devam etmektedir. Rusya ile aramızda bürudet tevlit edecek mahiyette bir hadise olmamıştır Rus-Alman itilafına iştirakimiz hakkındaki rivayet doğru değildir.

Milletimizin canı çok yanmış, gözü açılmıştır. Artık hiçbir dış etki onu aldatamaz. Millet, rehberlerinin göstereceği yoldan milli gayeye varmaya, bunun için ne yapmak lazımsa yapmaya kati surette karar vermiştir. Bu buhranlı günlerde Allah’ın en büyük nimet olarak kendisine verdiği büyük rehberle beraber bu gayeye doğru yürümeye devam edecek, her şeye rağmen oraya varacaktır.

Ferit Paşa Hükümeti’nin bir memuru olarak Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Paşa şunları vurguladı, “Bu millet yaşamaya layıktır, yaşayacaktır; bağımsız, hür ve tam egemen olarak yaşayacaktır”

Samsun’dan İzmit’e kadar çizilen kaviste, bu kavisin halkaları olan I. ve II. İnönü zaferlerinde, Sakarya savaşlarındaydı. Mustafa Kemal Paşa üç yıldır düşman zırhlılarının dolaştığı Marmara sahillerine yalvarmak veya pazarlık etmek için gelmemişti. Onun başı milletten gelmeyen hiçbir kuvvet önünde eğilmeyecek kadar dik durmaya alışmıştı.

Büyük Taarruz öncesinde düşmanın nazarları asıl taarruz merkezinden uzakta bir noktaya çekilmişti. Gezi işgal altında olmasına karşın İstanbul’da da yankı bulmuş, basın uygulanan katı sansüre rağmen kurtuluş günlerinin sayılı olduğuna ilişkin mesajları vermekten geri kalmamıştı.

Mustafa Kemal Paşa 20 Ağustos 1922’de Ankara’dan Akşehir’e giderek, 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana taarruz emrini verdi. 26 Ağustos sabahı ordumuz Afyonkarahisar Kocatepe’de taarruza tam bir baskın şekline başlamış, düşman tam bir şaşkınlık içerisine girmişti. Sabah saat 04.30’da topçu birliklerinin taciz ateşi ile başlattığı harekat, saat 05.00’de önemli noktalara yoğun topçu ateşi ile devam etti. Piyadelerimiz, Sabah 06.00’da Tınaztepe’ye hücum mesafesine yaklaşarak, tel örgüleri aşıp, işgalci Yunan askerini süngü hücumu ile temizledikten sonra, Tınaztepe’yi ele geçirdiler. Daha sonra, saat 09.00’da Belentepe, ardından Kalecik-Sivrisi düşmandan temizlendi. Taarruzun birinci günü, 1. Ordu Birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğiltepe’ye kadar on beş kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5.Süvari Kolordusu, düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu. Aynı zamanda 2.Ordu’da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü. 26 Ağustos günü Türk Ordusunun Büyük Taarruz’u, Genelkurmay Başkanlığı’nca TBMM’ne bildirilmiş büyük bir sevinç ve gurur duyulmasına sebep olmuştur.

Atatürk ve Türk Milleti’nin ilk tercihi savaş değil barıştı. En son barışçı çare kullanılmadan girişilecek bir savaşın cinayet olacağına inanan Gazi Mustafa Kemal, hedefe önce kan dökmeden ulaşmak yolunu bir vazife olarak denedi.

Büyük taarruzdan sonra Atatürk devlet adamlarına millet yönetiminde unutulmaması gerekenleri şöyle aktarıyordu, “Kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve kabili istihsal menfaatleri yolunda kullanmakla mükellef olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki bir memleketi zapt ve işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine hâkim olmak için yeterli değildir. Bir milletin ruhu zabtolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Hâlbuki asırların mevlûdu olan bir ruhu milliye, kavi ve daimî bir iradei milliyeye hiçbir kuvvet mukavemet edemez”

Mahkûm olmak istemeyen bir milleti esaret altında tutabilecek bir diktatörün dünyada kalmadığını belirten Atatürk, Türk milletinin son mücadelesiyle bu hakikati dünyaya gösterdiğini ifade etti.

Türk tarihinin zaferlerle dolu olmasına karşın burada kazanılan zafer kadar kesin neticeli ve dünya tarihine etkili olmuş bir başka meydan muharebesi olmadığının da altını çizmiştir.

Türkiye’nin mevcut harap halinin sebebini Türkiye’yi yönetenlerin Türkiye’den başka her şeyi düşünmelerinden kaynaklandığına dikkat çeken Atatürk, milletin çektiği zararları telafi etmenin ancak Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek ile mümkün olabileceğini, selamet ve saadet hedeflerine böyle ulaşılabileceğini göstermiştir.

Atatürk dünyada hür ve müreffeh bir şekilde yaşamak için temel şartı medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak şeklinde tespit etmiştir. Medeniyet yolunda durmak, ileriye değil geriye bakmak gafletinde bulunanların, medeniyeti umumiyenin coşkun seli altında boğulmaya mahkûm olacağını belirtmiştir.

Medeniyet yolunun başarı sırrının sosyal ve ekonomik hayatta, ilim ve teknoloji sahasında yenileşmeye bağlı olduğunu belirten Atatürk, hayata ve yaşama dair hükümlerin zamanla değişip gelişmesinin, yenileşmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekmektedir. İlmî ve teknolojik buluşların dünyayı hızla değiştirdiği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafazai mevcudiyet mümkün değildir, diyen Gazi Mustafa Kemal Paşa, medeniyetin, gelişme ve güçlenmenin temelinin aile hayatı olduğunu milletine aktarmakta, aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların tabii haklarına sahip olmalarının önemini göz önüne almaktadır.

Toplum hayatının temelini sağlam attıktan sonra milletin zaferi kalıcı kılacak yeni hedeflere yönelmesi gerektiğine işaret eden Atatürk önemi hiç azalmayacak bir hedefe işaret edecektir. İktisadi bağımsızlık. “Bilirsiniz ki, iktisaden zayıf bir bünye fakrü sefaletten kurtulamaz; kuvvetli bir medeniyete, refah ve saadete kavuşamaz; İçtimaî ve siyasî felaketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki muvaffakiyet de iktisadiyatındaki müktesebat derecesiyle mütenasip olur. Hiçbir medeni devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklâl müdafaası için vücudu lâzım olan bütün kuvvetler ve vasıtalar iktisadiyatın inbisat ve inkişafiyle mükemmel olabilir” sözleriyle tespit edilen hususlar Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonsuza kadar önemini yitirmeyecek hakikatler olarak değer kazanmıştır.

Atatürk bu esaslar çerçevesinde kendisini anlayan her yaştan gençlere şöyle seslenmektedir: “Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve bilimle insanlık üstünlüğünün, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli simgesi olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk ve onu sürdürecek olan sizsiniz”

Türk milletinin bir bütün halinde, ilini töresini terk etmeden bağımsız yaşaması yolunda can verenlerin emanetine sadık kalabilecek nesiller yetiştirmek için hem milli mücadeleyi hem de ona yön ve şekil veren liderini anlamak ve anlatmak gerektiği açıktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir